Konu: Padişahın Işi Ne C.tesi Şub. 21, 2009 12:00 am
Sultan Murad Han o gün bir hoştur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar: - Hayrola efendim, caninizi sIkan bir şey mi var? - Akşam garip bir rüya gördüm. - Hayirdir inşallah?... - Hayir mi şer mi öğreneceğiz. - Nasil yani? - Hazirlan, dişari çikiyoruz.
Ve iki molla kiliğinda çikarlar yola. Görünen o ki, padişah hâlâ gördüğü rüyanin tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararli adimlarla Beyazit'a çikar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten aşağilara sallanir. Unkapani civarinda soluklanir. Etrafina daha bir dikkatle bakinir. İşte tam o sirada yerde yatan bir ceset gözlerine batar, sorarlar: - Kimdir bu? Ahali: - Aman hocam hiç bulaşma, derler. Ayyaşin meyhuşun biri iste!... - Nerden biliyorsunuz? - Müsaade et de bilelim yani. Kirk yillik komşumuz... Bir başkasi lafa girer: - Biliyor musunuz, der. Aslinda iyi sanatkârdir. Azaplar çarşisi'nda çalişir. Nalinin hasini yapar... Ancak kazandiklarini içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşir evine, hem de nerde namli mimli kadin varsa takar peşine... Hele yaşlinin biri çok öfkelidir: - İsterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalim onu bir cemaatte gören olmuş mu?... Hasili, mahalleli döner ardini gider. Bizim tedbili kiyafet mollalar kalirlar mi ortada!... Tam vezir de toparlaniyordur ki, padişah keser yolunu: - Nereye? - Bilmem, bu adamdan uzak durmayi yeğlersiniz sanirim. - Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem... Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamizdir. Defini tamamlamak gerek. - İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden. - Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha. - Peki ne yapmami emir buyurursunuz? - Mollaliğa devam... Naaşi kaldirmaliyiz en azindan. - Aman efendim, nasil kaldiririz? - Basbayaği kaldiririz işte. - Yapmayin, etmeyin sultanim, bunun yikanmasi, paklanmasi var. Tekfini, telkini... - Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmaliyiz. - Şurada bir mahalle mescidi var ama... - Olmaz, vefat eden sen olsaydin nereden kalkmak isterdin? - Ne bileyim, Ayasofya'dan, Süleymaniye'den, en azindan Fatih Camii'nden... - Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkani çoktur. Taninmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin. Hadi yüklenelim... Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakir kazanlari vurur ocağa... Usulü erkaninca bir güzel yikarlar ki, naaş; ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydinlanir alninda. Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâli bir tebessüm okunur dudaklarinda. Padişahin kani isinmiştir bu adama, vezirin de keza... Meçhul nalinciyi kefenler, tabutlar, musalla taşina yatirirlar. Ama namaz vaktine bir hayli vardir daha... Bir ara vezir sikintili sikintili yaklaşir. - Sultanim, der. Yanliş yapiyoruz galiba... - Nasil yani?... - Heyecana kapildik, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanimi vardir, belki yetimleri?... - Doğru, öyle ya, neyse... Sen başini bekle, ben mahalleyi dolanip geleyim. Vezir, cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranin başladiği noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalincinin evini bulur. Kapiyi yaşli bir kadin açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefati Bekler gibidir. - Hakkini helal et evladim, der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarina dayar... Ağlar mi? Hayir. Ama gözleri kisilir, hatiralara dalar belki. Neden sonra silkinip çikar hayal dünyasindan... - Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir... Bizim efendi bir âlemdi, vesselam... Akşamlara kadar nalin yapar... Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satin alirdi. Sonra getirip dökerdi helaya!.. - Niye? - Ümmeti Muhammed içmesin diye... - Hayret... - Sonra, malum kadinlarin ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamaninizi satin aldim mi? Aldim, derdi. Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek... O çeker gider, ben menkîbeler anlatirdim onlara... Mizrakli ilmihal. Hücceti islam okurdum... - Bak sen! Millet ne saniyor halbuki... - Milletin ne sandiği umrunda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamin arkasinda durmali ki, derdi. Tekbir alirken Kabe'yi görmeli... - Öyle imam kaç tane kaldi şimdi? - İşte bu yüzden Nişanci'ya, Sofular'a uzanirdi ya... Hatta bir gün: - Bakasin efendi, dedim. Sen böyle böyle yapiyorsun ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada... - Dogru, öyle ya? Kimseye zahmetim olmasin deyip, mezarini kendi kazdi bahçeye. Ama ben üsteledim. İş mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yikasin, kim kaldirsin? - Peki o ne dedi? - Önce uzun uzun güldü, sonra: - Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahin işi ne?